SULTANLAR DİYARI


Önce Hizmet Sonra Himmet

ehli tarikat

hz ömer

HZ. ÖMER EL-FARUK

[ R. A. ]


İkinci Raşid Halife. İslâmı yeryüzüne yerleştirip, hakim kılmak için Rasulullah (s.a.s)'ın verdiği tevhidî mücadelede ona en yakın olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (İbnül-Esîr, Üsdül-Ğâbe, Kahire 1970, IV,146). Hz. Ömer hilafet müddeti on sene, altı ay dört gündür. Hicretin 43. senesinde 63 yaşında vefat etmiştir. Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Rasulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145) Hz. Ömer’in künyesi Ebu’l Hafs’tır.

Hz. Ömer’in ismiyle özdeşleşecek kadar ünlü  lakabı olan  ‘Faruk’  iyiyi kötüyü, hakkı batıldan en iyi ayıran anlamına gelir.  Hz. Ömer’e Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından konulan bu lakaba ilişkin menkıbe şöyledir: Hz. Ömer Müslüman olduğu gün müslümanların gizliden tebliğ yapmasını yadırgayarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e şu soruyu sorar:Ya Rasulullah, biz ölsek de, yaşasak da hak üzerine değil miyiz?” Buna karşılık Rasulullah’ın verdiği cevap olumlu olunca, şu cesaret dolu sözcükleri söyler: “Allah seni hak bir dava üzerine gönderdiyse, o zaman niye gizlenelim?”. Bundan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e açıktan tebliğ yapmayı teklif eder. O günle birlikte sayıca az olan Müslümanlar Hz. Hamza ve Ömer birlikte Dar’ül Erkam’dan çıkıp, Mekke içinde Kabe’ye kadar giderler. Rasulullah bugün Ömer’e ‘Faruk’ unvanını verir. Hz. Ömer bundan sonraki hayatını hakkı batıldan, iyiyi kötüden ayırmak için kılı kırk yararcasına yaşamış ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in verdiği bu unvana layık olduğunu hayatının her anında isbatlamıştır.

Peygamberliğin 6. senesinde 27 yaşında Müslüman oldu. Genelde 40. Müslüman olarak bilinse de gerçekte  40. Erkek Müslüman’dır. Ondan evvel 39 erkek, 23 hanım Müslüman olmuştu.

Hz. Ömer 8 erkek 4 kız çocuk babasıdır. Oğullarından Abdullah hadis ilmi, fıkıh bilgisi ve sünnete ittibası ile çok meşhurdur. Diğer oğlu Asım da ilim, fazilet, zühd ve takvası ile tanınmıştır. Kızlarından Hz. Hafsa ile Resulün zevcesi ve bizlerin de annesi olmakla tanınmıştır.

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, Mısır 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-Ğâbe, IV, 146).

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, İslâma karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz çevirmeğe çağıran Muhammed (s.a.s)'ı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim şekli onun müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'in müslüman oluşu şöyle gerçekleşmişti: Ömer, Rasulullah (s.a.s)'ı öldürmek için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Ömer'in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kızkardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur'an okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur'an sayfalarını sakladılar. İçeri giren Ömer (r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kızkardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kızkardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti ve Rasulullah (s.a.s)'ın nerede olduğunu sordu. O sıralarda müslümanlar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)'ın evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Rasulullah (s.a.s)'ın Daru'l-Erkam'da olduğunu öğrenen Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Ömer silahlarını kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir. İyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydır" diyerek kapıyı açtırdı. Rasulullah (s.a.s), Ömer (r.a)'ın iki yakasını tutarak;

"Müslüman ol ya İbn Hattab! Allahım ona hidayet ver!" dediğinde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i Şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı (İbn Sa'd, Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül-Ğâbe, IV, 148-149; Suyûtî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.).

Rivayetlere göre Ömer (r.a)'ın müslüman oluşu, Rasulullah (s.a.s)'ın yapmış olduğu; Allahım! İslâmı Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hişam (Ebû Cehil) ile yücelt" şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçekleşmişti (İbnul-Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Bağdat t.y., II, 518; İbn Sa'd, aynı yer; Suyûtî, a.g.e., 125).

Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında müslüman olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı zaman müslümanların sayısı yetmiş ****en kişi kadardı (İbn Sa'd, aynı yer).

Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden dolayı müslümanlar, Beytullah'a gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı. Ömer (r.a) müslüman olunca doğruca Beytullah'ın yanına gitti ve müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek onların, müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması müslümanlara büyük bir moral desteği sağlamıştı. Abdullah İbn Mes'ud'un; "Ömer'in müslüman oluşu bir fetihti" (Üsdül-Ğâbe, IV,151; İbn Sa'd, a.g.e., III, 270) sözü bunu açıkça ortaya koymaktadır. Taberî'nin İbn Abbas'tan tahric ettiği bir hadise göre, müslümanlığını ilk ilân eden kimse Hz. Ömer (r.a) olmuştur (Suyûtî, a.g.e.,129). Ömer (r.a) benliğini kuşatan imanın verdiği heyecanla, küfre karşı açık ve net bir şekilde, hiç bir tehdide aldırış etmeden mücadele ediyordu. Müşrikler, şecaat ve kararlılığını eskiden beri bildikleri için ona sataşmaya cesaret edemiyorlardı.
***
Müslüman olduktan sonra sürekli Rasulullah (s.a.s)'ın yanında bulunmuş, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir.

O, imân ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur. İslâm tebliğinin yeni bir veche kazanması için Medine'ye hicret emrolunduğu zaman müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye başladıklarında, Hz. Ömer, gizlenme ihtiyacı duymamıştı. Ömer (r.a), beraberinde yirmi arkadaşı olduğu halde Medine'ye doğru yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır: "Ömer'den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omuzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâ'be'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-ı İbrahim'de iki rek'at namaz kıldı. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; "Yüzler pisleşti. Kim anasını evladsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin" dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130).

Bunun içindir ki İbn Mes'ud; "Onun hicreti bir zaferdi" (İbn Sa'd, aynı yer; Üsdül-Ğâbe, IV, 153) demektedir.

Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca İslamın yücelişini etkileyen bütün olaylara aktif olarak iştirak etmiştir. Rasulullah (s.a.s)'ın önemli kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazı ayetler onun daha önce işaret ettiğine uygun olarak nazil oluyordu. Rasulullah (s.a.s) onun bu durumunu şu sözüyle ifade etmekteydi: "Allah, hakkı Ömer'in dili ve kalbi üzere kıldı" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151).

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok sayıda seriyyeye katılmış, bunların bansında komutan olarak görev yapmıştır. Bunlardan biri Hicretin yedinci yılında Havazinliler'e karşı gönderilen seriyyedir.

Ömer (r.a), bütün meselelere karşı net ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun küfre karşı düşmanlığı; müşriklerin, İslâma karşı olan saldırılarını hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı kararlara şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur. Hudeybiye'de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ'nın gösterdiği doğrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve olayın iç gerçeğini kavramıştı.

Rasulullah (s.a.s)'ın vefatının hemen peşinden ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir'in kısa halifelik döneminde en büyük yardımcısı Ömer (r.a) olmuştur.

Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında, Hz. Ömer'i kendisine halef tayin etmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açıklayarak bazı sahabilerle istişarelerde bulunmuştu. Herkes Ömer (r.a)'ın fazilet ve üstünlüğünü kabul etmekle beraber, onu bu iş için biraz sert mizaclı buluyorlardı.
Hatta Talha (r.a) ve diğer bazı sahabiler ona; "Rabbin seni Ömer'i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir" demişlerdi.

Hz. Ebû Bekir onlara; "Derim ki: Allahım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım"

karşılığını vermişti. Sonra da Hz. Osman'ı çağırarak bir kâğıda Hz. Ömer'i halife tayin ettiğini yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra, Hz. Osman dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta yazılı olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Ömer'in II. Raşid halife olarak iş başına gelişi gerçekleşmiş oldu (Üsdü'l-Ğâbe, IV,168-199; İbn Sad, a.g.e., III, 274 vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).

Hz. Ömer Döneminde İslam Devleti ve Fetihler

Rasulullah (s.a.s)'ın sağlığında Arap yarımadası İslâmın hakimiyetine boyun eğdirilmiş ve insanlar bölük bölük ihtida ederek müslümanlarla bütünleşmişlerdi.

Bunun peşinden Rasulullah (s.a.s), İslam tebliğinin insanlara ulaştırılmasının önünde bir set teşkil eden, müşrik zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluğuna karşı askerî seferleri başlatmıştı. Ebû Bekir (r.a), Rasulullah (s.a.s)'ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan Ridde hareketlerini bastırdıktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akınlar başlatmış, öte taraftan çağın despot devletlerinden ikincisi olan İran imparatorluğuna karşı da askerî faaliyetlere girişmişti. Hz. Ömer (r.a)'in üzerine düşen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanması için gayret gösterirken, öte taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevkediyordu. Kadisiye savaşıyla İran ordusu hezimete uğratılmış ve Kisrâ, saraylarını İslam ordusuna terk ederek doğuya kaçmak zorunda kalmıştı. Peşpeşe gönderilen ordularla İranın bazı bölgeleri savaş ile, bazı bölgeleri de sulh yoluyla İslam'ın hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Kuzeye yönelen Muğîre b. Şu'be, Azerbaycanı sulh yoluyla ele geçirmişti. Ermenistan bölgesi fethedilen yerler arasındaydı.

Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batıya doğru kaydırıldı. Etraftaki şehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs kuşatma altına alındı. Şehirdeki hristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, komutanlardan çekindikleri için şart olarak şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmişlerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafından bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine'den komutanlarıyla buluşmayı kararlaştırdığı Cabiye'ye doğru yola çıktı. Cabiye'de yapılan bir anlaşmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek şehri teslim aldı (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kısa bir müddet Kudüs'te kaldıktan sonra Medine'ye geri döndü.

Bu arada İran cephesinde durumlar karışmaya başlamıştı. Hz. Ömer, bölgede bulunan orduları takviye ederek İran meselesini kesin bir sonuca bağlamaya karar verdi. Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün İran toprakları İslam devletinin sınırları içine alınmış ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmıştı.

Öte taraftan Amr b. el-As, hazırlayıp uygulamaya koyduğu harekât planıyla Mısır'ı fethetmeyi başarmış, müslümanları Mısır'dan geri püskürtmek için İskenderiyede hazırlıklara girişen Bizanslıların üzerine yürüyerek burayı ele geçirmişti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Mısır'da da Bizans'ın hakimiyetine son verilmiş oluyordu (Şibli Numanî, Bütün yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, Terc. Talip Yasar Alp, İstanbul t.y., I, 285-286).

İslam ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslâma giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmü altında ezilen, horlanan topluluklar İslâmın kuşatıcı merhameti ile yüz yüze geldiklerinde müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardı. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuşuyorlardı.

Hz. Ömer, bir taraftan İslâmın insanlığa tebliğinin önündeki engelleri kaldırmak için ordular sevkederken, öte taraftan da henüz müesseselerine kavuşmamış bulunan devleti teşkilatlandırmaya çalışıyordu.

Hz. Ömer'den önce, orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar belirli defterlere yazılıp kayıt altına alınmazdı. Bu durum normal olarak bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olur, gelir ve giderlerin hesabı yapılamazdı. İlk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği "divan" teşkilatını kurdu.

Ayrıca, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varlıklarını korumuşlardır. Bunlar vergilerin toplanması ile alakalı çalışmaları yürütmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar İran ve Bizans malî teşkilatından kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettiği divan hiçbir yabancı tesir söz konusu olmaksızın, ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak için kurulmuştur.

Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdiği atıyyeleri bir gruplandırmaya tabi tutmuştur.

Hz. Ömer, yargı (kaza) işlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, Şureyh b. el-Haris'i, Mısır'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadı tayin etmiştir. Onun Medine'deki kadısı Ebû Derda (r.a)'dır. Bu dönemin tanınmış kadılarından birisi de Ebu Mûsa el-Eşari'dir. Hz. Ömer, tayin ettiği kadılara, görevlerini ne şekilde ifa etmeleri gerektiğine dair talimatlar verir ve onların bu çerçeve dışına çıkmamalarını tenbihlerdi (Mustafa Fayda, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, II, 176-177).
Hz. Ömer (r.a)'ın, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha göstermediği en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur.

O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köşelerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş, hristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.

Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır. Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmiştir. İslâm'ın, müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde görevlendirmiştir. Kur'an, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asrı Saadet, Terc. Ali Genceli, İstanbul 1985, I, 317).

İlk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında ihtiyaç duyulmuş ve böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan problemler ortadan kaldırılmıştır (H. 16).

İslâm devleti, bağımsız bir devlet olmasına ve çok geniş bir coğrafî sahayı kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine rağmen, kullanılan paralar yabancı kaynaklıydı. Irak ve İran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Mısır taraflarında da Bizans dinarları tedavülde bulunmaktaydı. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye başlanmamış olsa bile, bir ekonomik baskı tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere kavuşturup yapısını sağlamlaştırmaya çalışırken, bu duruma da müdahale etmemesi düşünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya sürdü. Ayrıca Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdiği de bilinmektedir (Hassan Hallâk, Dırâsât fî Tarihil-Hadâretil-İslamiye, Beyrut 1979, 13-15).

Hz. Ömer (r.a), İslâm devletinin dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı güvenliğini sağlamak ve orduları düşman bölgelerine yakın yerlerde bulundurabilmek için ordugah şehirler tesis etmiştir. İran ve Hindistan taraflarından gelebilecek deniz akınlarına karşı Basra ordugah şehri kuruldu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafından tesbit edilmiştir. O, bu iş için Utbe b. Gazvan'ı görevlendirmişti. Utbe, sekizyüz adamıyla o zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yılında Basra şehrinin inşasına başladı.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandığı büyük zaferden sonra İran içlerine akınlara başlamıştı. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydı. Ancak buranın ikliminin Arap askerlerin sağlığını olumsuz yönde etkilediği anlaşılınca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakımından uygun ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir şehir kurması talimatını verdi. Bu iş için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah şehir kırk bin kişiyi iskân edebilecek büyüklükte inşa edildi.

Amr b. el-As, Mısır'ı fethettikten sonra İskenderiye'yi karargah edinmek için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberleşme açısından endişe duyduğu için Kendisiyle Mısır'daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını kabul etmedi. Amr, Nil'in doğu yakasına geçerek burada Fustat adlı şehri kurdu (H. 21). Bu ordugah şehirlerinden başka yine askerî amaçlı merkezler de oluşturulmuştur.

Hz. Ömer'in idare anlayışı Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O "istişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur" demekteydi. İstişarede takip ettiği yöntem şuydu: Önce meseleyi müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşinden Kureyşliler'in düşüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüşlerini alırdı. Böylece en isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zımmî statüsünde bulunan kimselerle alâkalı işlerde de onların görüşlerine baş vurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. O bu hassasiyetini: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarım" sözü ile ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkın durumunu yakından görmek için seyahatler yapma yoluna gitmişti. O, insanların çeşitli dertlerini uzak diyarlarda olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı bölgeleri dolaşmasına rağmen başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde ömrü o şehirlere ulaşmasına yetmemişti. İslâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkında rivayet edilen şu olay onun bu sıfatla bütünleşmiş olduğunun en açık delilidir.

Bir defasında Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış bölgesi) dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "Şurada, gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gördüler. Hz. Ömer, onlara; "Işıklı aileye selâm olsun" dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra yanlarına yaklaşmak için izin alan Hz. Ömer ona yanındaki çocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince, Hz. Ömer merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyledi ve; "Allah bunu Ömer'den elbette soracaktır" diye ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda kadın;

"Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi. Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım" diyerek buna izin vermedi; çuvalı omuzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Eslem; "O, ateşe üflerken şakakları arasından çıkan dumanları seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrılırken kadın; "Siz bu işe Ömer'den daha layıksınız" dedi. Hz. Ömer;

"Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.

Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.
İlmi

Hz. Ömer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O, her yönüyle devleti teşkilatlandırmaya çalışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarfediyordu. Fıkıh usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile başlar. Fıkıh ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazâî ve idarî meseleleri çözüme kavuştururken takip ettiği yöntemlerle belirlemeye başlamıştır. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fıkhî hükümlerin sayısı birkaç bini bulmaktadır. Hz. Ömer'in içtihadlarının İslâm hukuku açısından çok büyük bir önemi vardır ve Rasulullah (s.a.s)'ın hadislerinden başka hiç bir şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir (Muhammed Revvâs Kal'acı, Mevsuatu Fıkhı Ömer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitabta Hz. Ömer'in Fıkhî içtihadları bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmiştir).

Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır. O, Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya çekmiş, onlardan rivayet ettikleri hadisler için şahid istemişti. Hz. Ömer'in kendisinden beş yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir (Suyutî, a.g.e., 123).

Ayrıca o, Kur'an-ı Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisine Rasulullah (s.a.s) hayattayken kimlerin fetva verdiği sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den başkasının fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti (H.İ. Nasan, İslâm Tarihi, İstanbul 1985, I, 319).

Şahsiyeti Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı sert muamele etmişti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliği İslâm'ın lehine müşriklere karşı yönelmiştir.

Hz. Ömer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi; "Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım".

Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevâzî davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevazî ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoyamamıştır. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu.

Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konuşurken beliğ bir uslubla konuşurdu. Onun üstün kabiliyeti yazı için de geçerliydi. Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili için bir numune addedilmekteydi. Hz. Ömer şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan sahabilerden birisidir. Çok sayıda Arap şairlerinin şiirlerini ezberlemiş, az da olsa şiir yazmıştır.

Hz. Ömer ibadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazlarını gece kılar, ev halkını sabah namazına; "ve namazı ailene emret" (Tâhâ, 20/132) mealindeki ayeti okuyarak uyandırırdı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacılara bizzat riyaset ederdi. Rabbine karşı duyduğu sorumluluğun altında öylesine ezilirdi ki, kıyamet günü hesaptan, cezasız kurtulmayı başarabilirse sevineceğini söylerdi. O, ölüm döşeğinde bu endişesini şu anlamdaki bir beyitle dile getiriyordu:

"Müslüman oluşum, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime zulmetmiş bulunuyorum" (Şıblî, a.g.e., II, 373).

Hz. Ömer (r.a)'in, şahsi hayatı oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans ve İran'a karşı büyük ordular sevkeden ve onları tarihlerinde pek nadir tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir devletin başkanıdır.

Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık ve yırtık ayakkabılarla hayatını sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir kadına su taşırken görülür, bazan da günün yorgunluğunu hafifletmek için mescid'in çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medine'den Mekke'ye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir. Yine bir gün, Ahnef b. Kays yanında Arapların ileri gelenlerinden bazı kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'i ziyarete gitmiş; onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış olduğu halde koşar bir vaziyette bulmuştu.

Ömer (r.a), Ahnef'i gördüğünde ona; "Gel de kovalamaya katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdüğünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmediğini söyleyince O; "Benden daha iyi köle kimmiş?" diyerek karşılık vermiştir (Şıblî, a.g.e., I, 384-385).

Günlük yaşayışını gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'ın ümmetin sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş oldukları görevleri ne şekilde yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yaşayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağları aşan bir örnek sergileyerek ortaya koymuştur. Bir devlet başkanı ancak bu şekilde, insanlardan ve onların günlük yaşamlarından kopmadan âdil bir yönetim kurabilir. Hz. Ömer (r.a)'a âdil sıfatını kazandıran, onun bu şekilde İslâm'ı yeryüzüne hakim kılma yolunda varlığını ortaya koymuş olmasıdır. Hz. Ömer (r.a) geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Peygamber (s.a.s)'in Medine'de ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayber'in fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında taksim edilmişti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payına düşen araziyi vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti: "Bu arazi satılamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere, akrabaya, kölelere, Allah yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır. Vakfı yöneten kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakınca yoktur" (Buharî, Şurût, 19). İslâmda ilk vakıf olayı budur.

Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi iaşesinin temini için Ashab'a müracaat etmiş, Hz. Ali (r.a)'ın teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkânı sağlanmıştı. H. 15 yılında müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da ileri gelen Ashab'a verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin edilmişti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazi meblağdı. Ömer (r.a), yemek olarak genellikle şunları yerdi: Ekmek (buğdaydan olduğu zaman kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.

Hz. Ömer (r.a)'ın fazileti ve üstünlüğü hakkında çok sayıda sahih hadis bulunmaktadır. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Bir defasında Rasulullah (s.a.s)'in yanına gitti. Rasulullah (s.a.s)'dan bir şey istemek için orada bulunan kadınlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarında hemen kalkıp perdenin arkasına geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiğinde Rasulullah (s.a.s) gülüyordu. Hz. Ömer ona; "Allah yaşını güldürsün ya Rasulullah" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s); "Şu benim yanımda olanlara şaşarım. Senin sesini işitince perdeye koştular" dediğinde Hz. Ömer; "Ya Rasulullah, onların çekinmesine sen daha layıksın" dedi. Sonra da kadınlara dönerek; "Ey nefislerinin düşmanları! Rasulullah (s.a.s)'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?" diyerek onlara çıkıştı. Kadınlar; "Evet. Sen Resulüllah (s.a.s)'den sert ve haşinsin" dediler. Rasulullah (s.a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).
Başka bir rivayette Rasulullah (s.a.s) onun için şöyle buyurmuştu:

"Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın" (Suyûtî, a.g.e., 133).

Rasulullah (s.a.s), hakkı görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer (r.a)'ın üstünlüğünü şöyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu, Hz. Ömer (r.a)'ın işlerinde ve verdiği kararlarda isabetli davranmasını bir anlamda açıklar niteliktedir. Nitekim Rasulullah (s.a.s); Allah doğruyu Ömer'in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151; Suyutî, 132) demektedir. Bir defasında da Hz. Ömer'i göstererek şöyle demişti: Bu aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır" (Suyûtî, aynı yer).
Ömer (r.a)'ın bu durumunu bazı konularda inen ayetlerin daha önce onun gösterdiği doğrultuda olması da te'yid etmektedir. Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makam-ı İbrahim'de, hicab'da ve Bedir esirlerinde" (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II). Hz. Ömer ötekileri zikretmemiştir. Örneğin münafıkların cenaze namazını kılmaması için Rasulullah (s.a.s)'e inen ayet bunlardan biridir (bk. Müslim, aynı bab; Hz. Ömer (r.a)'ın görüşleri doğrultusunda nâzil olan ayetler için bk. Suyûtî, a.g.e., 137-140).

Hz. Ömer’in şemaili şu şekilde rivayet edilmiştir: Uzun boylu, iri cüsseli, sert mizaçlı, beyaz tenli, alnı geniş, bıyıkları uzun, saçları dökük ve gözlerinde bir nevi kırmızılık vardı.

Ahlaki nitelikleri ise cesur ve yiğit, akıllı ve tedbirli, kanaatkar ve sabırlı, ibadet ehli ve zahid kısaca külli kemalat sahibi oluşu idi. Sözünü dinletir, din işlerinin yerine getirilmesinde insanların tenkidinden çekinmez, hak uğrunda hiçbir hatır gözetmez ve çevresindekilere sürekli iyilikte bulunurdu. Bütün yaşantısında Kitap ve Sünnet’in hükümlerini gözetmiştir. Bu yüzden  hakkında “ El vakkafü indel hak (Hak mevzu bahis olunca hemen durup ona uyan)” denirdi. En mühim vasfı diye nitelendirebileceğimiz özelliği ise bütün işlerinde adaleti gözetmesiydi. Hatta O, tarihte adaletle ikiz olarak anılan bir insan olmuştur.

 

Seçkin Nitelikleri :

*Nesep ilmini çok iyi bilirdi. Bu ilmi babasından öğrenmişti. Arap soylarını çok iyi bilirdi.
* İyi bir sporcu, atlet ve güreşçiydi. Binicilikteki yeteneği tartışılmazdır. Cahız, onun bir sıçrayışta atına atlayarak, ustalıkla eğere yerleştiğini ve adeta ata yapışıkmış gibi göründüğünü kaydeder.
* Cahiliyye döneminde okuma yazmayı bilen az kimselerden biri idi.
* En büyük özelliklerinden biri; kararlarındaki isabetliliğiydi. Bu konuda Hz. Ali efendimiz şöyle buyururlar:“Biz Ömer’in dilinden ne çıktıysa sonradan onun hakikat olduğunu gördük.”
* Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karsı tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüsünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı.
*Çok müthiş bir hatipti. Hitabeti gibi kalemi de çok kuvvetliydi. Bunu yazdığı emirnamelerindeki üsluptan anlıyoruz. Sesi gür ve etkileyici idi. Abdullah İbn-i Abbas onun konuşmalarını hiç kaçırmazdı. Hele hele Suriye gezisinde çeşitli dinden ve ırktan insanlara yaptığı ve Suriye başpiskoposunun da dinleyiciler arasında bulunduğu bir hitabesi çok meşhurdur. Bu konuşma nın bazı bölümleri uzun yıllar halk ve fakihler tarafından anlatılmış, bu konuşmadan bir çok fıkhi esas çıkarılmış, edebiyatçılar bu güzel sözlerin sanatsal kıymetini açıklamış, ahlak alimleri ile mutasavvıflar bu konuşmada kendilerini ilgilendirecek yönler bulmuşlardı.
* Kur’an da onun rey’ine uygun düşen on kadar ayet vardır. Bu sayı İbn-i Hacer’e göre 15, İmam Suyuti’ye göre 21dir. Bunlara “Muvafakat-ı Ömer” denilir.
* Hz. Ömer halifeliği zamanında bizzat fetihlere iştirak etmemişti, fakat bunun yanında savaşları asıl yöneten kendisiydi. Bu konu üzerinde Şibli Numani şu izahta bulunmuştur: “İslam ordusunun fetih yerine hareketinden itibaren takip edilecek yollar ve kat edecek aşamaların hepsi Hz. Ömer tarafından gösterilirdi. Hz. Ömer askerin ne şekilde hareket edeceğine dair ayrıntılı açıklamayı yazılı olarak komutana verir ve savaş alanına gelindiği zaman oranın bir topoğrafyasını gösteren bir harita ister ona göre askerlerin mevzilerini belirlerdi.”
* Hz. Ömer hakkında en güzel ve mufassal eser olan “El Faruk”’un müellifi Mevlana Şibli, Hz. Ömer’in fıkıh yönünde öne geçilemez bir şahsiyet olduğunu belirtir ve şu ifadeleri kullanır: “Hz. Ömer o kadar çok fıkhı meseleyi açıklığa kavuşturmuştur ki, bunlardan mükemmel bir eser meydana getirilebilir. Bu fıkhi meselelerin başlıca ayırıcı özelliği, akla tamamen uygun olmasıdır. Bu da Hz. Ömer’in esrar-ı din ilminde bir uzman ve bir rehber olduğunu gösterir.” Nizamiye medreselerinin en büyük hocası allame Ebu İshak Şirazi diyor ki: “Sözü uzatmaktan korkmasam, Hz. Ömer’in her faziletli kişiyi hayran bırakacak fıkhını anlatırdım” Şu kadarını da buna ekleyebiliriz İmam-ı Azam’ın mezhebi iki sahabenin fetvalarına dayanır: 1- Hz. Ömer 2- Abdullah Bin Mesud.
* Bütün hayatı boyunca 70 kadar hadis rivayet etmiştir. Hz. Ömer gibi adını sürekli Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile birlikte duyduğumuz bir sahabe efendimizin bu kadar az hadis rivayet etmesi tuhaf karşılanabilir. Bu konuda Hz. Ömer’in fikri kendi sözlerinden anlaşılmaktadır. Bir mevzu üzerine halka diyor ki: “Hadise bir şey eklemek veya bir şey çıkarmak korkusu olmasa, size hadis rivayet ederdim.”
* Muhaddislerin çoğu Resul-i Ekrem’in(s.a.v.)ashabından özellikle 6 kişinin fıkıh ilminin esaslarını oluşturdukları konusunda aynı görüştedirler. Bunlar başta Hz. Ömer olmakla birlikte Hz. Ali, Abdullah bin Mesud, Übeyy bin Ka’b, Zeyd bin Sabit ve Ebu Musa El-Eş’aridir.
* Hz. Ömer, güzel bir şiir duyunca onu ezberleyinceye kadar tekrar ederdi. “Bir mecliste İbn Ebi Salt’tan bin beyit okuyabilirim” derdi.Arap şairlerin şiirlerin ekseriyeti hafızasında idi. Allame İbn-i Raşik el Kirvani; “Hz. Ömer, zamanında, şiirin en mükemmel ve en hünerli tenkitçisiydi” der. Cahız da; “Hz. Ömer devrinin şiirine en fazla aşina olan kimse idi” der. Üç şairi çok beğenirdi; “İmr-ül Kays, Züheyr ve Nabiğa” Bunlar içinde de en çok Züheyr’i beğenir ve ona “şairler şairi” derdi. Neden en çok onu beğendiğini soran İbn-i Abbas’a; “Züheyr bayağı sözler kullanmaz, muğlak söz söylemez, bilmediğini anlatmaya kalkmaz, övdüğü zaman hakiki sıfatlarla över” demişti. İmr-ül Kays’ı da şairlerin üstadı kabul eder ve “İmr-ül Kays şairler için şiir kaynağını açmış, kör manalara göz vermiştir” demiştir. Az da olsa Hz. Ömer de şiir yazmıştır.
*Dinin mübah kıldıkları konusunda çok müsamahalı idi. Bir defasında Hz Ömer arkadaşları ile hacca giderken o sıralar tatlı bir genç olan Abdullah bin Zübeyr arkadaşlarına latifeler yapıyor, yolda şarkılar söyleniliyordu. Hz.Ömer hiç müdahale etmedi. Yalnız, sabah namazı girince arkadaşlarına; “Namaz vakti girdi, Allah’ınızı düşününüz” demişti. Bir yolcunun şarkı söylediğini görünce men etmek istediler. Hz. Ömer ise: “Şarkı yolcunun azığıdır” buyurdu.
*Halifeliği zamanında bile dünya hayatı onu yamalı elbise giymekten alıkoyamadı.
*İran’ın fethi, Hz. Ömer zamanında olmuştur. İran Müslümanlara çok pahalıya mal olmuştu. Hz. Ömer (r.a.) “keşke bizimle Fars(İran) arasında ateşten bir dağ bulunsaydı da hiç birimiz ötekine taarruz etmeseydi” derdi.

 

Hz. Ömer'in Halife  Olarak   İslam Devletine Getirdiği Yenilikler:
* Nüfus sayımı

* Kadılar tayini, Mahkemeler te’sisi
* Hapishanelerin kurulması
* Memleketleri gezip teftiş ederek halkın durumunu araştırması
* İstihbarat biriminin kurulması
* Anneleri tarafından terk edilen çocukların himaye edilmesi
* Kimsesiz Yahudi ve Hıristiyanlara maaş bağlanması
* Mekteplerin kurulması

* Öğretmenlere maaş bağlanması
* Sabah ezanına “Es-salatü hayrun min-en-nevm” yani, namaz uykudan hayırlıdır, cümlesini eklemek
* Teravih namazının cemaatle kılınması
* Vakıf sisteminin kurulması
* Camilerde irşad için vaaz başlatılması

* Beytü'l-Mal te’sisi.
* Gönüllülere maaş tahsisi
*Araziyi ölçtürmek.

Hz. Ömer (R.A.)  Kriterleri:

Adamın biri, Hz. Ömer (r.a.)’ın huzurunda birini methedince, Hz. Ömer (r.a.) sormuş:
- “Bu adamla bir muameleniz oldu mu?”
- “Hayır demiş.”
- “Beraber yolculuk ettiniz mi?”
- “Hayır demiş.”
- “O halde siz hiç bilmediğiniz bir şeyden bahsediyorsunuz.” demiştir.

***
En çok tekrar ettiği dualarından birisi: “ Allahım! Bütün amellerimi salih ve sırf senin rızan için hâlis kıl. Senin rızan dışında hiçbir şey koyma”
 

Hz. Ömer İle İlgili Olduğu Rivayet Olunan Ayetler:

İsmail Hakkı Bursevi Tefsir-i Ruh-ul Beyan’ında(9/60)der ki:“Hz.Hasan (R.A.) demiş ki:Fetih Suresinin 29. âyeti Hülefa-i Raşidîn'in herbirisinin galib vasfı olan sıfatlarına işaret etmektedir.” Bediüzzaman hazretleri de Lem’alar’da bu ayeti tefsir ederken “eşiddau alel küffar”(kafirlere karşı çok şiddetlidirler” ayeti için “İstikbalde Küre-i Arz'ın devletlerini fütuhatıyla titretecek ve adaletiyle zalimlere saika gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer'i gösterir” diyor.


Hz. Ömer İle İlgili  Hadisler:

*“Allah, hakkı Ömer’in diline ve kalbine koydu.”(Ebu Davud- Haraç: 18)

*“Eğer benden sonra peygamber gelecek olsaydı, bu Ömer olurdu.”(Tirmizi- Menakıb-18)

*“Ömer’i şeytan ne zaman görecek olursa O’nun heybetinden hemen yere düşer.”(Mişkat-ül Mesabih)

*“Ümmetler içinde ilhama mahzar olarak konuşan kişiler vardır. Eğer benin ümmetimde bu konuda birisi varsa, o da Ömer bin Hattab’tır.”(Tirmizi)

*“Güneş Ömer’den daha hayırlı bir kimse üzerine doğup batmadı.”(Tirmizi)

*”Ömer sağ kaldıkça içinizde fitneler zuhur etmez.”(Buhari- Müslim)

*“Benden sonra şu iki kişiye iktida edin: Ebu Bekir ve Ömer. "(Tirmizi)

* Abdullah bin Ömer’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Rüyamda bir bardak süt ile geldiler. İçtim. O kadar kandım ki, tokluk alameti olarak tırnaklarımda göründü. Kalanını da Ömer’e verdim.” Sahabe efendilerimizin bu rüyanın tabirinin nasıl olacağını Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e sorduklarında “bu ilimdir” buyurdu.(Tirmizi-Mişkat)

* Ebu Said el Hudri rivayet ediyor: “Ben rüyamda insanların gömlek giyinmiş oldukları halde bana arz edildiklerini gördüm.Kiminin gömleği göğsüne kadar, kiminin ki de ondan aşağı idi. Ömer de getirildi. Onun gömleği o kadar uzundu ki yerde sürüyerek yürüyordu.” Sahabe-i Kiram: “Ya Rasulullah! O rüyayı nasıl tabir ettiniz diye sorunca buyurdu ki; “Din ile tabir ettim.”(Tirmizi- Mişkat)

Hz. Ömer (R.A.)'den  Tavsiyeler:

*Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz.(Bu söz hadis diye bilinirse de, gerçekte Hz. Ömer’in sözüdür.)

*İstişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur.

*Kış mevsimi abidlerin ganimetidir.

*Bugünün işini yarına geciktirmeyiniz. İş bir vakit geri kalırsa hiçbir vakit ilerlemez.

*İnsanların en akıllısı, insanların hareketini takdir edendir.

*Soru soran adamın sorusundan onun akıl seviyesini anlarım.

*Günah işlemekten vazgeçmek tövbeyle uğraşmaktan daha kolaydır.

*Adalet mülkün temelidir.

*Kimin gülmesi çok olursa heybeti azalır.

*Çok konuşanın çok yanlışı olur.Çok yanlışı olan kişinin hayası azalır. Hayası az olan kişinin verâsı da azalır. Kimin de verâsı az ise, artık onun kalbi ölmüştür.

*Sadık dostlar edin ve sayılarını çoğalt. Çünkü onlar iyi günde süs, kötü günde destek olurlar.

*Çocuklarınıza okuma yazmayı, yüzücülüğü, atıcılığı, biniciliği öğretiniz.

*Allah yolunda Cihad, düşmanla savaşmakla birlikte, haram olan şeylerden de sakınmaktır.

*Cihad amelin zirvesidir.

*Allah bizi bu dinle aziz kıldı. Ondan başkası ile şereflenmek istediğiniz takdirde o sizi alçaltır.

*En cömert insan, muhtaçken dahi verebilendir.

*En iyi miras edeptir.

*Zikrin en üstünü Allah’ı anmanın yasak olduğu zaman ve yerde onu anmaktır.

*En sevdiğim insan bana ayıp ve kusurlarımı söyleyendir.

*Takva gözünün bebeği, gönlünün cilası olsun.

*Zaferin akvası(en kuvvetlisi) takvadır.

*Kişinin erdemini dini, aslını aklı, insanlığını huyu belirler.

*İşsizliğin kötü sonuçlarından sakınınız. Kuşkusuz o, sarhoşluktan daha zararlı olan kötülükleri kendisinde barındırır.

*İman sözle değil,i gereğine uymakla olur.

*Çalışma zahmetse, boş durma mahvolmadır.

*Sabah uykusundan sakınınız. Çünkü o ağız kokusu ve nefes darlığı yapar.

*Mümin amellerinde kusur ederse, girdiği günahın affı için bir dertle imtihan edilir.

*Namazı zayi eden bir adamı görürseniz, ona, Allah haklarından başka şeyleri daha çok zayi eden bir kişi gözüyle bakınız.

*Sevmen aşırı sevmemen yıpratıcı olmasın.

*Mezardaki babasının ruhunu şad etmek isteyen, onun geride bıraktığı arkadaşları ile ilişkiyi kesmesin.”

*Astına iyi muamele eden üstünden iyi muamele görür.

*Nice bakış vardır ki şehvet üretir; şehvetin çoğu ise geride sürekli kalan bir üzüntü bırakır.

* "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarım"

* Hz. Ömer bir gün sabah namazının sünnetini kıldı ve şöyle buyurdu: “Bu iki rekat en büyük nimetlerden daha değerlidir.”

 

Hz. Ömer Hakkında Rivayet Olunan Sözler:

*“Yeryüzünde benim için Ömer’den daha sevimli kimse yoktur.” Hz. Ebubekir

* “Bir yerde huzur ve sükun varsa, bu Ömer’in varlığının alameti idi.” Hz. Ali

* Salihler zikredildiğinde, Ömer akla gelmeli. Hz. Ali

*Hz. Ömer şehid edildiğinde Hz. Ali onun mübarek kefenini açıp yüzüne bakarak şöyle demişti. “Ey Ebu Hafs! Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun. Rasulullah’tan sonra, senden başka, amel defteriyle Allah’ın huzuruna çıkmak istediğim hiçbir kimse yoktur.”

* Hz. Ali, Hz. Ömer’in ölümüne ağladığı bir anda “niçin ağlıyorsun” diye soranlara şu cevabı vermişti: “Ömer’in ölümüne ağlıyorum. Ömer’in ölümü İslam için öyle bir gediktir ki, kıyamete kadar doldurulamaz.”

* “Ömer'in Müslüman oluşu bir fetihtir. Hicreti bir zaferidir. Halifeliği de bu ümmete bir rahmettir." Abdullah bin Mesud

* Ömer Müslüman olduğundan beri hep izzetli olmuşuzdur.” Abdullah bin Mesud

* Muhakkak ki Ömer İslam’ın korunaklı bir kalesi idi. İnsanlar o kaleden içeri giriyorlar ve çıkamıyorlardı. Fakat Ömer vefat edince o kale dağıldı.” Abdullah bin Mesud

* Hz. Ömer’in idare ve siyasetteki ilmi mizanın bir gözüne ve yeryüzündeki diğer alimlerin bu husustaki ilmi de diğer kefeye konsaydı, Hz. Ömer’in ilmi ağır gelirdi. Ömer öldüğünde idare ve siyaset ilminin onda dokuzu onun ile kabre gitti. Abdullah bin Mesud

*Şüphesiz Ömer hepinizden daha çok Allah’ı tanıyan, hepinizden daha çok Allah’ın kitabını okuyan ve hepimizden daha çok Allah’ın dinini bilen bir kimseydi.” Abdullah bin Mesud

*Abdullah bin Mesud Hz.Ömer’in vefatına üzüldüğü ve ağladığı kadar hiçbir şeye üzülüp ağlamamıştı, hatta “Vallahi Ömer’in bir köpeği sevdiğini bilseydim ben de onun severdim. Dikenli ağaçların bile onun ölümüne üzüldüğünü hissediyorum" demişti.

*Ömer bir meselede “benim fikrim şu merkezdedir” dedi mi, mesele mutlaka onun gösterdiği gibi vaki olurdu.” İbn-i Abbas

* İslam, Ömer zamanında “gelen” kişiye benzerdi. Yakınlığı artardı. O’ndan sonra İslam “giden” kimseye benzerdi. Uzaklığı artardı. Huzeyfetü’l Yemani.

* Sanki bütün insanların bilgisi Ömer’in kafasında saklıydı. Huzeyfetü’l Yemani.

*“Biz takva ve riyazeti öğrenmek için Hz. Ömer’e eşlik ederdik.Mesur bin Mahseme

* “Vasıfları ve özellikleri bütün memurları üzerinde öyle bir etki bırakmıştır ki, hepsi de ona benzemişlerdir.” Mesudi (Tarihçi)

* “Hz. Faruk-u Azam’ın dimağı, bir çok kapısı olan bir eve benzetilebilir. Mesela kapının birinde, cihanı fetheden orduları ve kahramanlarıyla Büyük İskender; diğerinde, meşhur adaletiyle ve halkını koruması ile bilinen Nuşirevan(Hazreti Ömer’i Nuşireven ile kıyaslamanın kesinlikle doğru olmadığını unutmamalıyız);diğer kapıda ilim ve irfanıyla, fazilet ve takvasıyla Ebu Hanife ve İmam Malik bulunur. Diğer kapıda, Seyyid Abdülkadir Geylani ve Hace Alaaddin gibi mürşitler vardır. Beşinci kapıda İbn Ömer ve Ebu Hureyre gibi hadisçiler vardır. Sonuncu kapıda Mevlana Celaleddin Rumi ve Şeyh Feridüddin Attar gibi düşünürler ile karşılaşırsınız. Halk bu evin etrafını sarmıştır. Herkes istediğini sorup,kendini tatmin eden cevabı alarak memnun ve mesut dönmektedir. Şah Veliyullah Dehlevi

* Hz. Ömer hutbelerinde hadislerin konusunu söyler ve onlardan kuvvet alırdı. Bunu bilmeyenler, Hz. Ebubekir’in altı, Hz. Ömer’in yetmiş hadis rivayet etmesine şaşırıp kalırlar. Halbuki gerçekte, hadis ilmini kuvvetlendiren kişi Hz. Ömer’dir.” Şah Veliyullah Dehlevi

*Hz. Ömer sahabelere danışır, meseleyi halledinceye kadar onlarla münazara ederdi. Bundan dolayıdır ki, onun bir çok fetvansa ve hükmüne dünyanın doğusunda ve batısında uyulur.” Şah Veliyullah Dehlevi

* “ O yalnız Büyük İskender değildi; aynı zamanda Aristo’ydu. O hem bir Mesih; hem bir Lokman’dı. hem bir Timur; hem bir Nuşirevan’dı. Hem bir Ebu Hanife; hem bir İbrahim Ethem’di.” Şibli Numani

*“ Hz. Ebu Bekir’in kısa halifeliği dönemi, Arap kabileleri içinde huzur ve güveni sağlama yolunda geçtiğinden, eline yeni bir İslam devletini düzenleme fırsatı geçmedi. Fakat gerçekten çok muhteşem bir insan olan Hz. Ömer, halifelik yularını ele alınca, bitmez tükenmez bir gayretle, ele geçirilmiş ülkelerde halk huzur içinde yaşasın, her tarafta refah ve güven hakim olsun diye çalıştı. Bu, İslam devletinin ta baştan beri sahip olageldiği çok önemli bir özelliktir.”“ Hz. Ömer’in halifeliği çok büyük bir öneme sahipti. İslam ona çok büyük güç ve kuvvet bahşetmişti. Hz. Ömer ahlak açısından kendine has bir yaşayış tarzının, kendine özgü bir davranış biçiminin insanı idi. Karakterinde olgunluk, huyunda yumuşaklık vardı. Hak ve hukuk konularında kesin, katı ve prensip sahibiydi. Yaşayışında olgunlukta ve kesin davranış ölçüleri içinde benzersizdi.”“ Hz. Ömer’in ölümü, çok büyük bir kayıp, İslam için ise çok büyük facia idi.”Şii Fakih  Seyyid Ali
***
*Bir nazar-ı peygamber, Birdenbire kalbeder; bir bedevî-i cahil, bir ârif-i münevver. Eğer mizan istersen: İslâm'dan evvel Ömer, İslâm'dan sonra Ömer...Birbiriyle kıyası: Bir çekirdek, bir şecer... Def'aten verdi semer, o nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber”
Şiddet-i hamiyet-i İslâmiye ile küffara galebe-i kat'iyesi ile şöhret-şiar olan Hazret-i Ömer” Bediüzzaman
***
Hz. Ömer Hakkında:

Hulefa-i Raşidin arasında, illa birine müceddit denecekse bence o Seyyidina Hazret-i Ömer olmalıdır.”


* Hz. Ömer (r.a) halife olduğunda genişliği bugünkü Türkiye'nin altı-yedi katı bir ülkeyi idare ediyordu. Buna rağmen O da, İslâm'a girdikten sonra başlattığı hayat ritmini asla değiştirmemişti; değiştirmemişti ve halife olduğunda Medine'nin en fakiri olduğu gibi, vefat ederken de yine en fakiriydi. Üzerindeki elbisede -rivayete nazaran- otuzdan fazla yama vardı. O'nu arayanlar ekseriyetle "Baki-i Garkat"ta başını bir mezar taşına yaslamış, öyle düşünüyor bulurlardı. Krallara taç giydiren ve kralları tacından eden koca halifenin hiç değişmeyen hayat tarzı işte buydu!.. Ve bu O'nun aynı zamanda en tesirli tarafıydı. Buna, hâl dilinin gücü ve tesiri de diyebiliriz.

*“Öyle zannediyorum ki, şehitlik mertebesinin kusvâsını da fârûkiyetiyle beraber Hz. Ömer (r.a.) tutmaktadır. Evet, bu işin doruğunda o vardır.”

*Hz. Ebu Bekr bizim anlayışımıza göre hem şehiddir, hem de sıddîktır; fakat şehidlik bakımından üstünlük Hz. Ömer’e, sıddîkiyet bakımından büyüklük ise Hz. Ebu Bekr’e aittir. Aynı şekilde Hz. Ömer de hem sıddîktir hem de şehiddir. Ancak sıddîkiyeti Hz. Ebu Bekr’den geri, şehidliği ise ileridir. Mutlak fazilete gelince onu yukarıda da söyledik: Hz. Ebu Bekr mutlak fazîlette, Nebilerden sonra zirve insandır.

*”Hz. Ömer’in öz torununu sokakta görüp tanımadığını, kendi torununu tanıyamayacak kadar bütün ümmetin dert ve ızdıraplarıyla dolu olduğunu okuyup öğrenince hayran kalmıştım ona.”

*O ki, “Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu” sözüyle serfirazdır. O ki, Allah Resûlü’nün massettiği ledünnî ilmi ikinci derecede masseden insandır. O ki, ümmetin önünde bir kâmet-i bâlâdır. Bununla beraber O, mücadele ve mücahede dolu hayatını bir taç halinde başına korken, şehadeti de sorguç olarak bu taca yerleştirme arzusundadır.

* “Kulluk kapısından girerken kapının sövelerini de söküp içeriye giren Ömer (ra) bunun en çarpıcı örneğidir! O, Peygamberi kendisine tam bir rehber ve önder olarak kabul etmiş, yaşadığı hayatı bütünüyle O’na benzetmiş; O’nun hayat tarzıyla bezenmiş eşsiz bir insandı. Roma’nın, Bizans’ın kapıları ona ardına kadar açılıp, ülkeler ve hükümdarlar kendisine bende olmayı kabul ederken dahi, onun hayat düzeninde zerre kadar değişiklik olmamıştı..

*Câhiliyede izzetli, onurlu Ömer, İslâmiyet'te de, vakârlı, ciddiyetli, gönül sahibi, azametli ve aziz Ömer... Birinde, oldukça sert, oldukça haşin ve istediğini yaptırtan; öbüründe tevâzu kanatlan yerlere kadar ve insanların ayağının altında; fakat kâfirlere, fâcirlere karşı azîm, cesim bir Ömer!.. Câhiliye devrinde ma'den olarak nasılsa İslâmiyet'te de öyle.

* “Hz. Ömer, daha geniş bir zamanda gerçekleştirdiği açılımlar ve bu açılımlara rağmen kendisini sıfırlamaktaki başarısı, vefatı anında “dünyaya girdiğim gibi çıkarsam kendimi mutlu sayacağım” cümlesiyle dile getirdiği duygulardaki derin mana, hakperestliği ve Allah’ın inayetinden başka dayanak tanımayışıyla bende derin bir hayranlık hissi uyarıyor. Marx’ın da ona hayran olduğunu söylerler.


*Hz. Ömer (ra) kâinatı çok iyi anlamıştı. Devlet nasıl idare edilir, onu gayet iyi biliyordu. Bir asker, bir mücahit, aynı zamanda bir sofi, bir âbid ve bir zâhiddi. Dünyayı çok iyi anlamış, eşyanın tabiatına vâkıf ve onunla dengeli bir münasebeti vardı. Varlıkla içli-dışlı; ihtiyacı kadar yiyor, içiyor; dinlenip istirahat ediyor; evlenip yuva kuruyor ama; kat’iyen cismanî hayatı birinci iş ve gâye haline getirmiyordu.

Mahmud Akkad, Abkariyat adlı eserinde diyor ki, “Hz. Ömer döneminde Kufe gibi, Basra gibi şehirler kuruluyor. Seyyidina Hz. Ömer diyor ki, “caddeleri 40 zira genişliğinde yapın.” Bu çok önemli bir şeydir. Yolculuğun o caddelerde gezme, deve ile, bağışlayın, küçük at arabaları ile olduğu bir dönemde 20 metre genişliğindeki yollar bugün çok önemlidir yani, şimdi bizim bu otobanlar gibidir. Kaynak vererek söylüyor orda. Bana çok enteresan gelmişti. 1520 sene evvel o meseleye bakınca çok enteresan gelmiştir. Bir ufuk meselesi. Bugünden ta yarınları öbür günleri görebilme meselesi”

* “Hz. Ömer’in de -tabii terbiyemiz icabı cahiliyeliği vardı demeyiz ama- İslam’la buluşacağı, ulaşacağı ana kadar yad ellerde olduğu muhakkak. Ama öyle bir cevheri vardı ki, o peygamber firaseti, fetaneti ile seziliyordu. Onun için onca insan arasında onun hidayete ermesi için Efendimiz dua ediyor, önemli bir şey. Sanki onun on sene gibi çok bereketli, İslam’a ait her şeyi omuzlayıp, temsil edeceğini görmüş ve daha baştan onu Allah’tan istemiş, bunu bana ver, bu bana çok lazım demiş.. benim asarımı arızasız temsil edecek demiş.

*Hz.Ömer söz bilen bir insandır. Peygamberce söz söylemesini bilenlerdendi. Azmi peygamberane olduğu gibi, muhakemesi peygamberane olduğu gibi beyanı da peygamberanedir. O hutbe irad edeceği zaman -çok bildiğiniz şeylerdir-sahabenin allameleri bile onun hutbelerini dinlemek için Mekke'den Medine'ye, Medine'den Mekke'ye göç eder, onun hutbesine ulaşmaya çalışırlardı.

(M. Fethullah Gülen)

Tasavvuf ; Seni Senden Alır Seni Sana Sensiz Verir
Yasarmayan bir göz, kızarmayan bir yüz, hissetmeyen bir öz, eyleme dönüsmeyen binbir söz ile Allah'a yazılan davetiyeler nasıl varsın yerine? Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol